Hemen hemen hepimiz, hayatımızın belirli dönemlerinde şu tarz ifadeleri kullanmışızdır: “Ahmet’in söylediği söz beni çok üzdü.”, “Buse beni çok sinirlendirdi.”, “Umut beni hayal kırıklığına uğrattı.” Hatta bu tarz duygu ifadelerini kullandığımız cümleleri bazen uzattığımız da olmuştur. “Umut beni o kadar çok hayal kırıklığına uğrattı ki bir daha asla onun yüzüne bakmayacağım.”, “Ahmet beni o kadar üzdü ki iki gün boyunca ağladım, final sınavlarıma çalışamadım, üzüntüden, stresten çok fazla kilo aldım. Hayatım hiç de iyi gitmiyor.” “Buse beni o kadar çok sinirlendirdi ki artık bir daha o iş yerine gitmek istemiyorum.” Aslında çok üzülmek, arkadaşınızla küsmek, işe gitmemek, final sınavından kötü not almak, çok fazla kilo alarak sağlık problemleri yaşamak pek de tercih edeceğimiz seçenekler değil. Peki bizi gerçekten üzen, öfkelendiren, hayal kırıklığı yaşamamıza etken olan şeyler Ahmetler, Buseler, Umutlar, yani kişiler ve o kişilerle yaşanan olaylar mı?
Size bugün bahsetmek istediğim konunun temeli aslında çok eski bir kavram olan Stoacılık felsefesine dayanıyor. Epiktetos’a göre bizleri etkileyen şeyler, olaylara yüklediğimiz anlamlar. Yani bir olayı nasıl algıladığımız, o olaya bakış açımız ve olayla ilgili düşüncelerimiz. Bizim olayı algılayış biçimimiz, duygularımızı ve davranışlarımızı etkiliyor. Yukarıda örnek verdiğim cümlelerin hiçbirinde bizim bakış açımız yok. Bir başkasının sözünün, eyleminin, yani dışarıdan bir olayın bizi etkilediğini ifade ediyoruz. Fakat kendi düşünce yapımızı fark edebilirsek bunun böyle olmadığını daha net göreceğiz. Kulağa biraz karmaşık gibi gelse de bir örnek vererek konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışacağım.
Bir Örnek:
Olay: Örneğin arabayla gidiyorsunuz. Kırmızı ışıkta durdunuz. Önünüzde de bir araç duruyor. Yeşil ışık yandı. Araç hareket etmiyor. Ne yaparsınız?
Davranış: Korna, küfür, levye vb.
Duygu: Sinir, öfke, sabırsızlık vb.
Düşünce: Ehliyeti bakkaldan almış, kesin acemi, salak, araba kullanmayı bilmiyor vb.
Bu örneğe baktığımızda, ilk başta bizi kızdıran, öfkelendiren şeyin öndeki aracın gitmemesi olduğunu düşünürüz. Aslında bizi öfkelendiren şey, bu olayla ilgili düşüncelerimiz. Yani “Ehliyeti bakkaldan almış, kesin acemi, salak.” gibi düşünceler. Bu düşünceleri tek başına düşündüğümüzde yoğun öfke, sinir hissedebiliyoruz. Eğer bunların yanında “Arabası bozulmuş olabilir, hastalanmış olabilir.” gibi düşünceleri de aklımıza getirebiliyor olsaydık sizce bu kadar yoğun öfke hisseder miydik? Bu sorunun cevabı muhtemelen hayır olacaktır. Eğer bu öfkeyi çok yoğun hissetmezseniz, küfür, kavga gibi istemediğiniz davranışları kontrol etme şansınız daha da artar.
Kafalarda oluşabilecek soru işaretleri için…
Anlattıklarımdan sonra aklınızda oluşabilecek birkaç soruya da açıklık getirmek istiyorum. Şunları diyebilirsiniz:” Ne yani biz Pollyanna mıyız? Sürekli iyi şeyler mi düşünmek zorundayız. Ayrıca bizi etkileyen hiç mi olay olmayacak?”
1) İlk olarak bahsettiğim şey Pollyannacılık değil, alternatif düşünmek. Yani bir olay yaşandığında tek bir boyut aklımıza gelmesin, o olayla ilgili diğer ihtimalleri de düşünelim ki, duygularımızın yoğunluğunu kontrol edebilelim.
2) İkinci olarak bizi etkileyen birçok yaşam olayı olabilir. Mesela bir yakınınızı kaybetmek gibi, ayrılık gibi, haksızlığa uğramak gibi. Bu tip durumlarda hiç mi üzülmeyeceksiniz, hiç mi sinirlenmeyeceksiniz? Elbette birini kaybederseniz çok üzülürsünüz veya haksızlığa uğrarsanız çok sinirlenirsiniz. Burada önemli olan hissettiğiniz duygunun süresi ve yoğunluğu. Hayatınızı bir yemek olarak düşünürseniz duygularınız da baharatlarınız gibidir. Az olursa hayattan tat alamazsınız, fazlası ise tadınızı kaçırır. Bu baharatın düzeyini belirleyen etken de düşüncelerinizdir. Biriyle ilişkinizi bitirmeye karar verdiğinizde “Ben onsuz nasıl yaşarım?” diye düşünürseniz, baharatı muhtemelen fazla kaçırırsınız ve bu durum bazı problemlere yol açabilir. Fakat düşüncenizi “Onsuz yaşamak benim için zor olsa da hayatıma devam edebilirim. Dünyanın sonu değil.” şeklinde düşünebilirseniz, duygu yoğunluğunuzu muhtemelen orta seviyelerde tutmayı başarabilir ve hayatınıza kaldığınız lezzetten devam edebilirsiniz.
Sonuç olarak…
Sonuç olarak duygularımızı ve davranışlarımızı kontrol edebilir miyiz? Kısmen evet. Ne kadar alternatif düşünürsek, duygu yoğunluğumuzu o kadar iyi ayarlayabilir ve davranışlarımızı kontrol etme şansımızı da o kadar artırabiliriz. O yüzden Ahmet’in, Buse’nin, Umut’un söylediği laflardan çok acaba biz o laflara hangi anlamları yüklüyoruz onu fark etmeye çalışalım. Belki bunu fark edersek, Buseyle ilgili konuya sinirlensek bile işimize gitmeye devam edebilir, Umutla ilgili konuda hayal kırıklığı hissetsek bile onun yüzüne bakabilir, Ahmet ile ilgili konuya üzülsek bile yeme içme düzenimize devam edebilir, final sınavına istediğimiz gibi hazırlanabiliriz.