Her Hikayenin Bir Mesajı Olmalı Mı?

Evet, olmalı. Bu hususta demagoji yapmaya gerek yok, bu çok basit ve net bir şeydir. Her hikâyenin bir mesajı vardır, bu iyidir kötüdür apayrı bir konu. Ama son yıllardaki kötülüğün seviyesi akıl almaz seviyelere ulaştı. Şu konuya ilk yıllardan bir değinelim…

Sanat, insanlara ulaşmanın en görkemli yoludur. Devasa bütçelerle çekilen; muhteşem efektlere sahip bir filmle de ulaşabilirsiniz insanlara, sıfır bütçeyle blogunuza yazdığınız bir yazıyla da. İnsanlara sanatla ulaşmanın en güzel yanı, onları içeriği almaya zorlamıyor oluşunuzdur. Sadece yarattığınız eseri görmek isteyenler gelip görür içeriğinizi.

Bilinen tarihin başından beri sanat eserleri, insanlara bir şey anlatmak istiyor. Mağara duvarına çizilmiş avlanan insanlar resmi, bakın buradaydık diyor. Kübizm etkisinde bir tablo, savaşlar gördük hiç iyi değiliz diyor. Tüm sanatçılar, eserleri bir şeyler anlatsın ister. Yani evet mesajı olmalı. Ama son dönemde durum biraz değişmiş gibi. Tüm sanat satanlar, fikirleri sanat içersin istiyor. Açıklıyorum.

Kör Göze Parmak

Güçlü siyahi karakter, güçlü kadın karakter, eşcinsel karakter, dönemin siyasi liderlerini eleştiren göndermeler ve aklıma gelmeyen nice detay. Son dönemde bize sunulan yapımlarda bunlardan birini görmememiz neredeyse imkansız. Ekranlarda farklı karakterler görmeye tahammülüm olmadığını düşünen varsa gitsin baksın bakalım ben mutfakta mıyım.

Süper Güçlü Afrikalılar Vardır

Hiçbirini ekranlarda görmek beni rahatsız etmiyor, kimseyi de etmemeli. Ama elinizi vicdanınıza koyun… Artık bu yapımlardaki bu tarz kurgulamalar yayın ve ödül dönemleri için ön şart haline geldi. Allah rahmet eylesin Black Panther örneğin. Bu film 7 adaylık, 3 Oscar alacak kadar ne yaptı da yıllardır akademinin tabiri caizse suratına tükürmediği, örselediği Marvel dünyası birden kiloyla ödül yazdı hanesine? Siyahi ve gay bir karakter üzerine kurulan Green Book, aynı sene 3 Oscar aldı. İki film de benden geçer not alamaz. “Gardaşım sen kimsin?” Diyen olabilir, Fatih Terim’e sorun beni ben kimmişim. Bu kadar diyorum size bakın.

Normal Göze Parmak

Varmak istediğim nokta: Bu mesaj kaygısının yazarlara, yapımcılara ya da izleyicilere yüklediği ağır yükün, onların etrafına çizdiği sınırların yaratıcılıktan çalıyor olması. Yaratıcı bir yapıma fikrini serpiştirmek yerine, kocaman fikrin etrafını sanatla kaplamaya çalışan yapımlar seyir zevkimizden ediyor bizi. Yani beni. Ama beni tanıyorsanız sizi de ediyordur. Beni tanıyıp da benimle aynı fikirde değilseniz, beni yeterince tanımıyorsunuz demektir.

Mesaj delisi yapımlar arasında görece daha iyi mesaj veren yapımlar da var. Çok az olsa da var. Parasite örneğin. – aldığı 4 Oscar’ı da kendisinden daha çok hak eden film yoktu. Aksini iddia eden sinema tanrılarıyla arasını bozabilir, hayatının sonuna kadar bütün güzel filmlere Cinemaximum’da falan gitmek zorunda kalabilir. Gerek sinematografik anlamda gerekse hikaye olarak oldukça doyurucu, seyir zevki yüksek bir filmdi. Ve yoldan geçen adama bile izletseniz mesajın sınıf farkı olduğunu söyler size. Doğru kelimeleri bulamaz belki ama anlatır bir şekilde.

Yani Oscar'ları hak etti aslında ama 1917 de çok iyi filmdi. Sinema tanrılaryla aranız bozulmaz abarttım biraz.

Buradan Nereye Gider Olaylar?

Bir değişim söz konusu ve kimse değişimin önüne geçemez. Çok güçlüyse biraz bastırır ama engel olamaz. Bana göre dizi/film sektörünün en keyifli dönemi, Matrix ile ivmelenen sembolizm akımının piyasaya kâbus gibi çöktüğü dönemdi. Bu dönemi filmlerle örneklendirerek başka bir yazımda anlatırım. Blok ders gibi yapar tek yazıda bitiririz olayı.

Irkçılıktan kapitalizm batağına, ordan daha nerelere kadar mesaj bombardımanı bi' film.

Elden bir şey gelmez. Birkaç sene yoğun mesaj bombardımanına maruz kalacağız. Sürekli bir şeyler VARDIR diye bağıracaklar bize. Sadece azınlıkları temsil eden bir karakteri göstermiş olmak için yeni yapımlar hazırlanacak, Ekşi Sözlük’te bir filmin sırf Trump’ı eleştirdiği için ne kadar iyi olduğunu anlatan eleştiriler yazılacak. Sonra bu yapımlar hak etse de etmese de bir çok ödül toplayacak. Ama bu durum bize yeni bir dünya da sunacak. Mesaj kaygısıyla çok güzel dalga geçecek, bize mesajı böyle verecek yapımlar da görmeye başlayacağız. Mesajception… Sorry to Bother You bunlardan biri. Bunu daha da ayrı bir yazıda konuşuruz belki. Şu an şunu söyleyebilirim ki Sorry to Bother You, vermek istediği mesajı başımızı ağrıtmadan söyleyen, düşündürürken güldüren, Nasreddin Hoca fıkraları tadında bir film.

Bak Amerikan Sineması. Sana iki çift lafım var. Koskoca sektörsün, paran var pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Her ne vardır diyorsan, yemin ederiz onlar da vardır. Ama Wiplash’ten sonra film çıkartamadın ya, sana da yazıklar olsun!

Apaçık bir Yaşar Usta tiradı parodisi görseli.

Kapanış metni yazmaya çok üşendim o yüzden kolaya kaçıyorum. Bu kalpler sana sevgili okurum 💞💖

Total
0
Shares
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Previous Post

Plaza Solcularının Suratına Tokat Gibi Patlayan Albüm: Otonom Piyade: Deliler Bayramı

Next Post

Duygularımızı ve Davranışlarımızı Kontrol Edebilir Miyiz?

Related Posts