Siz değil ben hoş geldim çünkü son yarım saattir 750-800 kere hoş geldiniz cümlesine maruz kaldığım için artık her yere istemsiz hoş geliyorum. Estah eüzü billah sümme haşa yatakta bile hoş geliyorum. Ne kükreyerek, ne tıslayarak, ne de haykırarak.. Usul usul.. Hoş..
Birtakım özel sebeplerden dolayı (mallık) havalimanına uçuştan altı saat erken gelmiş bir günümüz Tom Hanks’i olarak aslında hedeflediğim tam olarak buydu, hoş ve sefa gelmek. Burada kendime mini bir post-apokaliptik ütopya yaratacak ve birkaç saat boyunca havalimanında mahsur kalmış birtakım insana nasıl liderlik edip türümüzü yok olmaktan kurtaracağımı hayal edecektim. Ama gelin görün ki hayal kurmama fırsat bırakmayacak çok daha çılgın bir evrene geçiş yaptığımı fark ettim. Yemin ederim ki mecalim yok buradaki saçmalıkları anlatmaya, zaten konumuz da bu değil. İnsan türü yok olmaktan kurtarılmamalı bunu sakın aklınızdan çıkarmayın. Genel kültürdür, Kim 500 Milyar İster’de -rahmetli Kenan Işık’ın efsane sunumuyla- çıkmıştı zamanında final sorusu olarak.
Çocuklar napıyosunuz ya? Olum naber ya.. Ulan (Gözyaşları) .. Ne güzel şeymiş yazmak. Ne de zor. Özledim mi? Hayır. Ayıp olmasın diye mi yazıyorum? Hayır. E öyleyse neden yazıyorsun güzelim diye soracak olursanız şu an 212 no’lu kapıda uçuşumu bekliyorum ve etrafta çok fazla güzel kız var. Yemin ederim başka sebebi yok. Ya, İrem – Hayalet Sevgilim sözlerini hızlı hızlı 8-9 kere yazıp ekranı kapatacaktım ya da siteye yazı.. Aslında ilkini seçerdim ama insanlar artık bu numaraları yemiyor maalesef.
Evet.. Otuz dört bin feetten devam etmekte olduğum bu yazımda bir uçak korsanının silahıyla ayağa kalkmasını ve güneş herkesi öldürüyor diye bağırıp uçağın yönünü batıya çevirmesini; sonrasında da liderlik vasfım, uzun boyum (194 cm), heybetli kütlem (95 kg) ve kaygılı-düşünceli yüz ifademle zaman zaman duygularıma yenik düşerek yapacağım hatalara rağmen süreci çok iyi yöneteceğim anları beklemekteyim.
Gelelim mevzuya. Liderimiz, yol göstericimiz, ulu önder sayın Erdo-Wan yoldaş burada yazmam için bana inceden yol yaparken şu cümleyi kurmuştu (sene 2020): “Kanka biz tebliğci değiliz. Biz asi de değiliz. Biz, bir yerlerde bir şey tebliğ edildiğini gördüğümüzde, dinleyen uyuşuk kalabalığa gidip ‘Olum siz salak mısınız? Bu ne lan hahahahah. Lan bunlar ne salak salak laflar? Aga.. Yapmayın bak o konunun aslı şöyle’ diye insanları yer yer doğru çokça yanlış yönlendiren ve seri şekilde oradan uzaklaşan kimsesizleriz. Ve sende inanılmaz bir yetenek görüyorum bu alanda.” Bir şey dememe izin vermeden devam etmişti: “Kanka benim eve buzdolabı taşıncak da sizin kamyonet müsait mi? Ayrıca son şarkın efsane iyi olmuş kesin yayınlansın önün çok açık..”
İşte o güne kadar lümpen yaşamış ben Joseph, ilk kez o gün kendimi bir sınıfsal yapıya dahil hissetmiştim. Kılıcımı çektim, kalemimi sivrilttim ve elime tükürüp başladım.. Yazmaya.. Yeri geldi Cem*l Sür*ya’ya tekte girdim, yeri geldi Fazıl Say’ı en sağlam argümanlarla (inanmayan açsın okusun bkz: Sanat İçi Şişirilmiş Dev Bir Balon Mudur?) alaşağı ettim. Biz o gün kefenimizi giydik. Biz o gün ne için doğduğumuzu hatırladık. Biz o gün bu hayatta neden hiçbir şey başaramadığımızı anladık. İğneyi kendimize, çift başlı, titreşimli, uzaylı anime dildosunu ikinci yeni şairlerine ayırdık. Ve bugünlere geldik.
Ben müziği bıraktım, pandemi bitti, sigortalı işe girdim, bir kez daha aşık olup dağıldım, kas yapıp toparlandım, iklim krizi derinleşti, ekonomi yar… Otopark dağıldı, yok oldu, küllerinden doğdu. Fazıl Say’da herhangi bir değişiklik yok. He bi de İstanbul’a taşındım ve arkadaşa ihtiyacım var..
Havalimanında başlayıp Antalya – Kalkan’da bulutlardan da yüksek bir private villanın jakuzisinde biten bu yeni Otopark’taki ilk yazımı başta old okurlarımız olmak üzere tüm yeni dostlara ve gelecekte tanışacağımız, belki bir minik tebessüm ettirmeyi başaracağımız, yeri geldiğinde boydan foto istemekten çekinmeyeceğimiz herkese armağan etmek istiyorum. Hoş geldik sefa geldik çocuklar. Selam ve dua ile..